Değerli Muminler, Namazı Hiç Böyle Okumadınız yazımızın devamı niteliğinde yazılarımızı Allah’ın izni ile yayın etmeye devam ediyoruz…
Hz. Ali (aleyhisselam) buyurmuştur ki:
“Resulullah (sallallahu aleyhi vealih), ne yemeği ve ne de başka bir şeyi namaza tercih etmezdi; namaz vakti ulaştığında, ne ailesini tanırdı ve ne de dostunu.” [Sünen’ün- Nebi, S. 268.]
Başlıklar
Fatiha Suresi Üzerine…
Bismillahirrahmanirrahim
“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla”
Her kese lütuf eden ve her zaman için şefkatli ve merhametli olan Allah’ın adı, yadı ve yardımıyla başlıyoruz.
Bütün semavî kitaplar “Allah’ın adıyla” başlamıştır ve Allah’ın adıyla başlanmayan bir işin beklenen sonuca ulaşmayacağı kesindir.[1]
Allah’ın adıyla başlanan her iş Allah’a yöneliktir; amel ve ibadetlerin markası “Bismillah“tır. Peygamberler de her işe “Allah’ın adı” ile başlamışlardır. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği, Hz. Nuh’un (aleyhisselam), gemisini “Allah’ın adını anarak” suya indirmek ve O’nun adıyla da durdurmakla örneklendirmiştir.
Her işe Allah adıyla başlamak, insanın Allah sevgisini, O’na tevekkül edişini ve de kulluk bilincini göstermektedir. Gerçek şu ki Allah’ı anarak işe başlayan bir insan, adeta şöyle demektedir: “Allah’ım! Her zaman seni anmaktayım; seni anmakla şeytandan uzaklaşmakta ve de adının yardımıyla yadını kalbimde ihya etmekteyim.”
el-hamdu lillahi Rabb’il-âlemîn
“Hamd ve övgü, âlemlerin Rabbi Allah’adır.”
O ki, bir düzen içinde evreni yaratmış ve maddî-manevî bütün nimetlerin yegâne sahibidir.
Odur, göklerin-yeryüzünün ve bütün varlıkların Rabbi. Kocaman dağları yeryüzünün denge unsuru kılmış, güneş ile yer yüzü arasındaki mesafeyi en uygun şekilde ayarlamış, yaşam yolunu ve yaşamsal ihtiyaçları temin etme şeklini daha çocukluk döneminden insanlara ilham etmiş, insanlara göz, kulak, düşünce, güç ve iç güdüler vermiş, açık ve gizli lütfunu insanlara yağdırmıştır.
Ne de nankördürler; Allah’ın verdiği nimetlerden ya-rarlandıkları hâlde şükretmeyen ve karşısında eğilmeyen ve bu nimetlerin sahibini tanımayanlar!
İnsan ve böylesi nankörlük, tarife sığmayan marifetsizlik?! Gerçekten de insan, çok zalim ve çok cahil bir varlıktır.
Hamd ve övgü, alemlerin Rabbi Allah’adır. Çünkü insan başta olmak üzere bütün varlıklara olgunlaşma ve eğitilme kabiliyeti veren O’dur.
Yaratan da, yarattıklarına irade verip eğiten de O’dur. Rabliğine yaraşır övgü ve şükürde bulunmak mümkün mü ki?
“Kimin eli, dili O’na şükreder
O’na şükretmeyi becerebilir?”
Diller, Allah’ın verdiği nimetleri saymaktan acizken, O’nun hakkını nasıl ödeyebilir ve bu nimetlerin şükrünü nasıl yapabilir ki?
“Aczine itiraf edip, Rabbinin
Dergahına dönen iyi bir kuldur.
Rabbine yakışır asıl kulluğu,
Kimdir becerecek, yapacak kimdir?”[2]
er-Rahman’ir-Rahîm
“Rahman ve Rahim’dir.”
Sonsuz merhameti ve kuşatıcı rahmeti herkesi ihata etmiştir. Günahkârları bile seven[3] ve merhametinden mahrum bırakmamak için de “tövbe” kapısını yüzlerine açan Allah’ın rahmet ve merhametinden yoksun kaldığını kim söyleyebilir?
Rahmet ve merhameti öyle kuşatıcıdır ki, O’nun rah-metinden ümit kesmek, büyük günahlardandır. Yüce Allah, insanların, rahmetinden meyus olmamalarını emret-miştir. Allah, bütün günahları bağışlar.[4]
Yüce Allah, merhametiyle bütün hataları örter, bağışlar ve hatta kullarının işlediği hataları iyiliklere çevirir.
Nimet verici Allah, sadece maddî nimetleriyle değil, manevî nimetleriyle de kuşatmıştır insanları. Hem hayatın güzellikleri ve tatlı yanları O’nun rahmetinden kaynaklanmaktadır ve hem de ibret kamçısı ve uyarı sinyali olan sıkıntı ve zorluklar. Yüce Allah, kullarını gafletten, heves tutsaklığından ve günah tuzağından kurtarmak için rahmetini uyarı sinyali olarak ve sıkıntı şeklinde yansıtır.
O Rahman, Rahim, şefkatli ve mihribandır; her zerreyi eğiten, hataları örten, tövbeyi kabul eden ve uludur.
Malik-i Yevmiddin
“Din gününün sahibidir.”
Din gününün sahibi ve kıyametin malikidir
Allah’ın lütuf ve inayeti, yaratıldığımız günden bu yana bizimle olmuş ve her yönüyle de hayatımızı çevrelemiştir.
Kıyamet günündeki hesap ve yazgımız da O’nun lütfuna bağlıdır.
Dünya ve ahiretin gerçek maliki Allah’tır ve O’nun kâmil, mutlak ve rakipsiz malik oluşu kıyamette herkesce daha net ve açık olarak anlaşılacağından bütün hileler bozulacak, aracılıklar sarsılacak, sığınaklar güven yitirecek, ümitler etkisini kaybedecektir ve sadece Allah’ın emri hakim ve geçerli olacaktır. İşte bundan ötürüdür ki Kur’ân-ı Kerim, o günün sahibinin ancak ve sadece Allah olduğunu şöyle buyurmaktadır:
“O gün buyruk, yalnız Allah’ındır.” [5]
O gün insanlara sorulur:
“Bugün mülk kimindir? (Derler): O tek ve kahhar olan Allah’ın!” [6]
Namazda yüce Allah’ın bu vasfının anılmasıyla birlikte o çetin hesap günü de kalplerde canlanır; Allah korkusu kalplere hakim olur ve böylece de namaz, kıyameti hatırlatan bir vesile ve o yöne açılan bir kapı oluverir.
Bu bağlamda rivayet edilen bir hadis şöyledir:
“İmam Zeynelabidin (aleyhisselam) namaz kılarken ‘malik-i yevmiddin‘ ayetini o kadar tekrar ederdi ki ruhu bedeninden ayrılacak gibi olurdu.”[7]
Kıyamet, din günüdür; o gün ameller hesap edilir ve karşılığını bulur. O günü anmak, kalpleri yumuşatır; ululanma ve gafleti söküp atar ve Allah’ın yüceliğini kalplerde canlandırır.
İyyake na’budu ve iyyake nesteîn
“Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.”
Bundan önceki cümleler, giriş bölümü olup kulluk duyurusu, ihtiyaç ve medet ilanı içeriklidir. Namaz kılmakta olan insan, yüce Allah’ı rahmet ve kerem vasfıyla övmekte, bütün alemlerin hidayet kaynağı olarak nitelemekte, bütün övgüleri O’na yönlendirmekte ve nitekim kendini O’nun huzurunda bulmaktadır.
Allah’ın yücelik ve rahmetinin bilinciyle dolup taşan insan, her hâliyle muhtaç olduğunu şöyle duyurmaktadır:
“İyyake na’budu=ancak sana kulluk ederiz.“
Sadece senin huzurunda eğilir ve kulluk sunarız; kâ-firlere ve zalimlere boyun eğmez ve köle olmayız.
“Ve iyyake nesteîn=ve ancak senden yardım dileriz.”
İnsan her hâliyle ve hatta kulluk sunmasında bile yüce Allah’a muhtaçtır. Allah yardım etmeyecek olsa, insan şeytanın tuzağına düşebilecek ve pekala azgınlık yolunu seçebilecektir.
İbadet edebilmek için öncelikle bedenin güçlü ve sağlıklı olması gerekmektedir ve bunlar da Allah’tan dilenir. Sorumluluk bilincinde olmak ve gereğini de uygun bir şekilde yerine getirmek, yüce Allah’ın yardımına bağlıdır. Allah’ı tanımak, nimetlerini anmak ve bunlara karşılık olarak şükür amacıyla ibadete durmak ve kulluk sunmak da Allah’ın yardımıyla gerçekleşebilir ancak.
O’dur namazları kabul eden, gurur ve riyadan kurtaran. İnsanın ibadet ve kulluğa yönelişi de Allah’ın, kullarına olan lütuf ve inayetinden kaynaklanır. İbadet ve itaat yolundaki engelleri aşmak, fani cezbe ve bağlılıklardan sıyrılmak ve aynı zamanda da cemal ve kemal kaynağı olan yüce Allah’a yönelmek de yine O’nun yardım ve inayetine bağlıdır.
“İyyake na’budu=ancak sana kulluk ederiz.“
Allah’ım, ne doğu ve ne de batının kulu değiliz; zorbalık karşısında ram ve dünya malına esir değiliz; servet tutkunu ve makam vurgunu da değiliz; biz ancak ve sadece senin kullarınız.
“Ve iyyake nesteîn=ve ancak senden yardım dileriz.“
Alçalmanın her türünü reddeder ve kukla güçlerden medet ummayız; asıl etkene sırt çevirip aracılara el açmayız.
İhdina’s-sirat’el-mustakîm
“Bizi doğru yola ilet.”
Hayatın türlü türlü ve binlerce dolambaçlı yollarından sadece biri doğru yoldur; Allah’a varır ve vardırır. Bu yolun hangisi olduğu ve nasıl yürünmesi gerektiği hususunda Allah’tan yardım dilemek gerekmektedir.
“İhdina’s-sirat’el-mustakîm” cümlesiyle, doğru yola hidayet etmesi için Allah’tan yardım dilemekteyiz. Doğru olmayan yolların çokluğu bizi buna mecbur kılmaktadır. Aslında yol bile olmayan ve bir çıkmazdan öteye geçmeyen heves, ifrat ve tefrit, şeytanî vesvese yolu, mantık dı-şı, yakıcı ve yıkıcı, mürşit ve kılavuz yoksunu, yürünmesi tağutlarca istenen, insanların kendi beğenilerine uygun olarak seçtiği yollar hak sapkını yollardır.
O hâlde doğru yol hangisidir?
Kur’ân-ı Kerim, doğru yolu, Allah’ın ve peygamberlerin yolu olarak tanıtmaktadır.[8] İşte bu, Allah’a kulluk ve ibadet yoludur,[9] Allah’ın dinine sarılma ve ilâhî kanunu kabullenme ve masum önderlerin yoludur.[10]
İmam Cafer Sadık (aleyhisselam) bir hadisinde, doğru yolu şöyle tanımlamaktadır:
“Andolsun Allah’a, doğru yol bizleriz.“[11]
Allah’ın belirlediği doğru yolda hareket, koşullar ve gereksinimler uyarınca gayet tabii olarak değişkendir ve bu durumda sorumluluğun gereği de farklılaşmaktadır.
Bahsi edilen sorumluluğun kendisi dahi, farklı zaman dilimlerinde ve farklı insanlarla ilintili olarak değişmektedir.
O hâlde bazen doğru yolu teşhis etmek güçleşir; onun doğrultusunda hareket etmek ise daha da beterdir. Bu yol, bir anlık gaflet sonucu insanı günah ve fesat cehennemine yuvarlayacak ince, kaygan ve tehlike dolu bir yoldur. İşte bundan ötürü hem yolu bilen ve hem de yolu gösteren Allah’tan yardım dilemeli ve doğru yola hidayet etmesini istemeliyiz.
Ayrıca çıkmaza girmememiz ve de düşünce, amel, ahlâk, sosyal-siyasal sorumluluklar, aile ve toplumdaki davranış biçimi, arkadaşlık, insanlarla muaşeret, alım-satım alanında Allah’ın belirlediği doğru yoldan sapmamamız için elçi ve kılavuzlar gönderen de O’dur.
Doğru yol, vasat ve dengeli yoldur; ifrat ve tefritten sakınma yoludur. Hayatın her alanında denge unsuru gözetilmeli ve hatta ibadetlerde bile tercih edilen bir olgudur.[12]
İmam Hasan Askerî (aleyhisselam), “İhdina’s-sirat’el-mustakîm” ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
“Namaz kılmakta olan insan bu cümle ile şunu demektedir: Allah’ım! Bugüne değin olduğu gibi bundan sonra da sana ibadet ve kulluk tevfikini bizlere inayet eyle… Dosdoğru ve mustakim yol, dar görüşlülüğün çok ötesi ve aşırılığın da berisidir.”[13]
İmam Cafer Sadık (aleyhisselam) da bu bağlamda şöyle buyurmaktadır:
“Sırat-ı mustakim, insanı, Allah sevgisine ve dinine yönelten ve de nefsin arzularına, din ilintili kişisel zevk ve görüşlere uymaktan alıkoyan bir yoldur.”[14]
Mustakim yol, gericilikten ve aşırıcılıktan sakınmakla eş anlamlıdır. Bu yolun yolcusu, ne arzusunun aşırılığından tamaha düşer, ne tamahın şiddetinden hırsa kapılır, ne meyus olduğunda üzüntüsünden kahrolur, ne üzüldüğünde öfke dalgasına tutsak düşer, ne sevindiğinde sevincinden sarhoş olur, ne zengin olduğunda haddini aşar ve ne de sıkıntıya düştüğünde yakınır…[15]
Hangi yolun mustakim olduğunu ve adaletten şaşmayan davranış biçiminin nasıl olduğunu dinî öğretilerden edinmek ve bu hususta da yüce Allah’tan başarı dilemek gerekmektedir.
Sırat’ellezîne en’amte aleyhim
“Nimet verdiğin kimselerin yoluna.”
Geçen ayette, mustakim yola hidayet edilmeyi dilemiştik yüce Allah’tan. Bu ayet ise mustakim yolun bir özelliğini içermekte ve şöyle buyurmaktadır: Mustakim yol; hidayet, tevfik, ilim, cihad, şehadet ve dinî önderlik… nimeti verdiğin kimselerin yoludur.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de “peygamberi, doğruları, şehitleri ve salihleri” nimet verilen kimselerden bazıları olarak tanıtmış ve şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber-dirler. Onlar ne güzel arkadaştır.” [16]
Yüce Allah bu ayette, kendisine ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve alih) uyan insanların bu dört gurupla birlikte olacağını buyurduktan sonra ve bu yüce insanları “iyi arkadaşlar” olarak tanımlamaktadır.
Namaz esnasında peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin ve sıddıkların yolundan ibaret olan mustakim yolu, bize göstermesini ve bu yola iletmesini dilemekteyiz Allah’tan.
Allah’ın nimet verdiği kimselerin yolu, birçok hadiste masum imamların yolu olarak tanıtılmıştır.[17]
Yüce Allah’ın nimet verdiği insanların yolu olan doğru yolu Allah’tan dilemek, insanın kendi hayatında doğru bir düşünce ve amel çizgisi belirlemesi ve bunu kendine telkin etmesi anlamınadır. Böylesi bir hayat, amelî ve içtimaî açıdan “hak” yönündedir ve aynı zamanda da heves ve fesattan arı ve tağutların hayat tarzından uzak.
Ğayr’il-mağzûbi aleyhim ve le’z-zallîn
“Gazaba uğrayamayan ve sapmayanların yoluna.”
Bu yol, Allah’ın gazabına uğrayarak helak olan firavunların, sorumluluk yoksunu güç sahiplerinin ve haddini aşan zorbaların yolu değildir.[18]
Bu yol, Allah erlerine ve hak yola uymayarak ilâhî gazaba uğrayan ve yerin yarılarak içine çektiği Karunla-rın ve kalbi taşlaşmış kapitalistlerin yolu da değildir.[19]
Hakeza bu yol, söylem ve eylemi çelişen madde kulu din bilginlerinin yolu da değildir.[20]
Tarihte Allah’ın gazabına uğrayanların simasını göz önünde bulundurun; kimi göksel azaplarla ve kimi de yersel belalarla Allah’ın kahrına duçar olarak tar-u mar olan halkları.
Kur’ân’da, ilâhî gazaba uğrayanlardan sayılan münafıkları[21] hele bir düşünün.
Hak, doğruluk ve tevhid yolundan saparak batıl, düşünsel sapıklık ve eylemsel yozlaşma çıkmazına düşenleri bir hatırlayın.
İşte ilâhî gazaba uğrayan bu türlerin yoluna düşmekten Allah’a sığınıyor ve ilâhî nimet sahibi olan iyi ve yapıcı kulların yoluna hidayet etmesini diliyoruz Allah’tan.
Web sayfamızda yayınlanan reklamlar giderlerimiz için tıklamanız halinde finans kaynağıdır. Sitemiz içerikleri ile alakası yoktur. Uygun olmayan içerikleri Whatsapp üzerinden ekran görüntüsü ile bize iletmeknizi rica ederiz.
Namazın Hikmeti Kitabı, S.60
Allah razı olsun sizden.Ehlibeyt in hadislerinden faydalanıyoruz sayenizde.Yüce Allah Ehlibeytin yolundan ayırmasın .Ehlibeyt alimlerine teşekkür ediyorum.Cenabı Hak kın divanında Ehlibeyte hizmetleri kabul olsun.
Allah razı olsun