Ebu Vasile şöyle diyor:
Bir gün Ömer bin Hattap bana; “Yakına gel de Ali’nin(aleyhisselam) şecaat ve yiğitliğini sana anlatayım dedi.”
Yanına yaklaşınca şöyle dedi:
“Uhud savaşında kaçmamak için Peygamberle ahitleşmiştik; bizden kaçan sapık, bizden ölen ise şehit ve Peygamber de onun ailesinin sorumlusu ve himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yüz savaşçıya bedel olan yüz şecaatli komutan grup bize saldırdılar; öyle ki artık biz savaş gücünü kaybettik, perişan bir vaziyette savaş alanından kaçtık. Bu sırada Ali’yi (aleyhisselam) gördüm, güçlü bir aslan gibi yerden biraz kum avuçlayıp yüzümüze serpti ve şöyle dedi:
“Yüzünüz çirkin ve kara olsun! Nereye kaçıyorsunuz?”
Biz bu sözlerle savaş meydanına dönmedik, bu defa bize saldırdı, elindeki kılıçtan kan damlıyordu, şöyle feryat etti:
“Siz biat edip biatinizi bozdunuz. Allah’a ant olsun ki, sizler öldürülmeye kafirlerden daha layıksınız.”
Ali’nin (aleyhisselam) gözlerine baktım, sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş saçıyordu veya kanla dolu iki kâse gibi idi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi öldüreceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha önce ona doğru koşup şöyle dedim:
“Ey Ebe’l Hasan! Allah aşkına! Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kaçıyor, bazen de saldırıyorlar ve yeni saldırı kaçmanın hasarını telafi ediyor.”
Güya kendisini kontrol etti, yüzünü bizden çevirdi. O zamandan şimdiye kadar, Ali’nin (aleyhisselam) o günkü heybetinden kalbime işleyen vahşeti asla unutmamışım!
Bihar’ul-Envar, c. 20, s. 52, c. 41 s. 73
Bir yanıt bırakın